26.01.2010

Sinüzit ve Papatyacığım

öyle fena sinüzit mağduruyum ki.. saçlarını kurutmadan dışarı çıkılmaması ve asla uyunmaması gerektiğini çok iyi bildiğim halde.. merhum dreadlock'larımın kötü hatırası işte..

az bişey soğuk görmeyivereyim, hemen aksırık, tıksırık, nefes alamama ve göz çevresi zonklaması gibi şeyler sarıyor etrafımı. ama ben ne yapıyorum?

Duygu'nun sinüzit mağdurlarına evrensel tavsiyesi:
bir avuç kurutulmuş bahar papatyasını, bir kaseye boşalttığınız bir-iki su bardağı iyice kaynamış suyun içine atın. (net ölçülerden hazetmem, mutfakta sezgicilik görüşüne sahibim) daha sonra 'buğu' denen yöntemi uygulayın; nefis kokulu kasenizle beraber kendinizi bir tülbentin içine kapatın. papatyanın buğusunu derin derin burnunuzdan çekin. dikkat edin yanmayın.

sıkılmadan bi beş dakika durun öyle. bişeylerin değiştiğini hemen fark edeceksiniz.
kasedeki enfes sarı çayınız ılındıktan sonra da bir pamukla elinize yüzünüze boynunuza sürerek gevşeyebilir, harika kokabilir ve cildinizi besleyebilirsiniz.

hem papatya antiseptiktir. yaranıza, sivilcenize de iyi gelecektir.

hayırlı sağlıklı kışlar olsun..

22.01.2010

Alice Aynanın İçinden


Alice hanımkızımız tavşan deliklerinden sonra şimdi de aynalara dalmaya meyletmiş. Pisicikleriyle hasbihal eyliyorken birden salondaki aynanın diğer tarafına, başka bir harikalar diyarına gidiyor bu kez.

Şair, matematikçi, fotoğrafçı, din adamı, mantıkçı ve yazar Lewis Carroll, 1865'te "Alice In Wonderland"i yayınladıktan sonra 1872'de, sevgili öğrencisi küçük Alice'in satrancı daha iyi anlaması için kurguladığı bir hikayeden yola çıkan ikinci kitabı "Through The Looking Glass And What Alice Found There"i yayınlamış. Öykünün tamamı, dolaylı olarak satranç hamlelerine işaret eden metaforlardan oluşuyor denebilir. Bu durum çeviri açısından bazı sıkıntılar yaratabiliyor tabi, satranç bilmeyenler için de çılgın bir öyküden öte bir şey olarak algılanması mümkün olmayabiliyor; belki de bu yüzden Wonderland kadar popüler olamadı aynalı diyar.

İlginç olan da pek hararetli olmasam da iyi bir Alicesever olduğumu düşünürdüm. Ama tezgahta Yiğit efendiye çocuk kitapları ararken buna rastlayınca sakince çığlık atmaktan geri duramadım!

Alice, "bizim ülkede eğer bizim yaptığımız gibi koşarsan genellikle başka bir yere varırsın" dediğinde Kraliçe onu "Yavaş bir ülkeymiş!" diye cevaplıyor. Bunun gibi daha onlarca pırıltılı diyalog yüzünden minik kitabımı her aklıma geldiğinde keyifle sırıtıyorum. Kitaptaki "Gıllıgış" adlı şiirin ilk dizesini de yazmazsam çatlarım.
"Pişindiydi, kayrak tirsukeler
Dönenip delgilendiler otgelde;
Mızlıydılar tarazlı Gubibikler
Donguzlarsa nezgilendi"

Kraliçe'nin öğüdüne kulak verin ve her gün kahvaltıdan önce altı tane olmayacak şeye inanma egzersizinizi yapmayı unutmayın efendim.

Villa Incognito

Mayonez için: “biz astro-yetimlerin yıldızlardan düştüğümüzden bu yana esenlikle özdeşleştirdiğimiz göz alıcılığı yansıtır” diyen hafifmeşrep şeyhim Tom Robbins, Villa Meçhul ile yine ‘ta içine’ hitap ediyor. Özün Özüne. Kaynağa. (Şu radyo-metni-usulü tanıtım üslubundan da kurtulamadım gitti ayrıca..)


Boşluk ve sisle yüklü Fan Nan Nan’da buldukları eski bir Fransız villasına yerleşmeyi seçen üç MIA (savaşta kaybolduğu sanılan sonu belirsiz asker), Ukala Dümbeleği adlı B-52’nin hayırsız pilotları, villaya ulaşmak için bir ip cambazıyla beraber aşmanız gereken o ipi göze alabilenlere yine edepsiz sırlar fısıldıyor. İsa’nın evsiz, barış aktivisti bir Yahudiyken kimsenin onu damat olarak bile istemeyeceği gerçeğini, uyuşturucu satmanın ahlaksızlığına değinildiğinde ‘her şeyin kötüye kullanılabileceği bir dünyada’ yaşadığımızı, ve daha ne incileri, hiç çekinmeden söylüyorlar. Stubblefield ‘efendi’ buyuruyor: “Nihayetinde, belki de bir fıkra hayal etmeliyiz yalnızca; asla tamamıyla anlaşılamayacak kadar koyu ve garip bir aksanla sürekli yeniden anlatılan, uzun bir fıkra. Hayat, işte o fıkra, dostlarım. Ruh ise, kahkahayı bastığınız kısım.”

Tabii bir de tüm öyküyü devindiren muhteşem arsız Tanuki. Ya da tanuki. Her neyse! “Ta Kendisi”. Hayvan Ecdadı. Sarhoşluk ve zevk alimi. Çevirdiği metafizik dolaplar sayesinde Miho’dan peydahladığı çocuğun soyuna, damağında bir kasımpatı tohumuyla yücelen mükemmel kız evlatlara bir Zen mirası kalıyor:

“Neyse Odur

Neysen Osundur

Hata Diye Bir Şey Yoktur”